31 Mart 2017 Cuma

Annelik bana iyi geldi

"Anne olunca anlarsın" cümlesini duymamıza sebep, o kanatlandırıcı mutluluklar ya da kalp kanatan burukluklar dışında başka bir şeyler olduğunu düşünmeye başladım.

Mesela insanın kendi sınırlarını ve gerçek potansiyelini tanıması için verilen cinsten bir fırsattır belki annelik? Bu imtiyaz ( bazen de zorlayıcı bir sınav aynı zamanda) sadece biz kadınlara has... Bunun gibi şeyler geçiyor aklımdan, çünkü sırf yavruladık diye böyle çılgınca sevmeyi ve ölümüne yıpranmayı açıklayıcı bulmuyor benim aklım. Bilmem, belki de herşeyden azami faydalanma aşkımdandır ama annelikten de kendi adıma daha fazla şey özümsemeliyim diye düşünüyorum.

Bebeğim neredeyse bebek olmaktan çıkacak, bir yaşına yaklaştı. Artık minik bir insana yakışır haller içerisinde. Beni aslında daha fazla zorlamaya başladı ama ben de daha iyi kotarmaya başladım anneliği. Bu sadece armut-vari bir olgunlaşmadan kaynaklı değil farkındayım; sivri köşelerim yuvarlaklaştığı, fiziksel kapasitem ve sabrımın son damlası tükendi dedigim yerde sakin tavırlarım sürdüğü, çimlerin üstünde oynarken ısrarla bulduğu minik taşlar ve izmaritler benim de dikkatimi çektiği ve bir oyuna dönüştüğü için daha iyiyim bence.
    
                   

Çünkü çok değiştim; evet biraz saçı süpürge oluyormuş analar ama bu yavru giderek akıllanmaya başladığından beri, biraz daha neşeli, biraz daha atak, biraz daha karizmatik olmalıyım diye düşünürken buldum kendimi. Ankara'nın gri sabahlarıyla uyanmaya başladığım son üç dört yılda ilk kez kendimi gerçekten tazelemek adına bir güç hissettim içimde. Üstelik bunu alabildiğine uykusuz, eve tıkılmış ve ne yalan söyleyim bebek bakımı ile beklentilerim ve gerçekliğim biribirini hiç tutmamışken hissettim. Bu harika değil mi? Bu gerçekten bir fırsat değil mi? Artık ne zaman sabrım zorlansa ya da içime milletin çocuğu şöyle de benimki böyle, bana bir dakika huzur vermiyor..... şeklinde bir isyan dolacak olsa ( Kesin bazı aşırı mükemmel annelere olmuyordur bu... Bana oluyor, hiç de saklamayacağım), ilk şokun ardından "aferin be" diyorum kendime... "Bak ne güzel değiştin, geliştin... Bunu da koy heybene. Bugün daha kolay toparlandın, bugün aynı oyunu 75. kez oynamaktan gerçekten zevk aldın, bugün onu uyuturken bakalım kaç dakika sürecek diye saate bakmadın. Aferin." . 

Ben anne olunca, aslında daha fazlası olduğumu anladım. Artık bunu söyleyebilirim çünkü annelik denen şeyin içinde hep ama hep bir yetememezlik ve vicdani rahatsızlık olacağını-ve gariptir ilk kez benim kendi manyaklığımla ilgili olmadığını- kabul ettikten sonra, bunu bir kenara koyunca; kendi sırtımı sıvazlamayı hak ettiğimi gördüm. Kendi kendimi gördüğümden daha fazlasıyım, çünkü kendimi şaşırtacak kadar çok değiştim. Hem de hala ara ara, ben yapamıyorum galiba diye ağladığım halde... Olsun, kendimde bir başka potansiyel, bir başka güç buldum. Mükemmel sandığım çocukluğumun kırık dökük yanlarını gördüm, yüzleşmeye başladım. Daha ne?

Tüm bunları düşünürken, ekseriyete nazaran daha zor bir çocuk olan yavrunun bu hallerini aslında kabullenmeye başladığımı ve hatta kendi ilerlememin ateşleyicisi olarak gördüğümü keşfettim.

Annelik çok zor, çok güzel. Annelik bence bana iyi geldi, bak, anne olunca anladım.

30 Mart 2017 Perşembe

Tarihe not- "anne"

Annee-hhmmm diye bağırıyor oto koltuğuna gömülmüş küçük bedenini öne eğerek. O küçük gövdeye göre büyük kalan tombul ellerini de bana doğru uzatmış. Suratında yine o yamuk gülümsemesi var tabii, koca sesi ile bir daha sesleniyor "anneee-hhhmmm". Ben de "annem!" diye cırlıyorum tabii, aylardır bir şekilde anne demiş olmasına rağmen ilk kez bu kadar net söylüyor çünkü... Üstelik gözlerini yüzüme dikmiş bana uzanmış bir şekilde söylüyor. Ben daha yüksek sesle cevap verince o da sesini yükseltiyor. Kaç kez karşılıklı tekrar ettik bilmiyorum.

İçimde bir şeyler çağlıyor; dünyanın tüm ırmakları içimde akıyor, birleşip bir şelaleden kalbime dökülüyor. Bedenim bu kadar sarsılmayı kaldıramaz ruh ne güzel diye geçiyor aklımdan. Ruhum tazeleniyor, kuş gibiyim, su gibiyim, bulutlar gibi yağmurlar gibiyim. Ben daha önce hiç mutlu olmamışım desem nankörlük olur, peki bu ne? Allahım, teşekkür ederim...

27 Mart 2017 Pazartesi

Özledim -1 -

Bazen, özlediğim şeylerin aslında o anı yaşarken çok zorlandığım durumların bir parçası olması garip değil mi? 

Mesela gözlerim flu görmeye başlayana kadar kitap okumayı özlüyorum. Tasasız, sakin ve sessiz anlarımı yani... Okurken hikayelerin içine batıp çıkmayı, kitap bittiyse yatıp rüyamda kitabın bir tekrarını yaşamayı, bitmediyse koridora bir sandalye çekip ya da yurdun mescidindeki halıya oturup sabaha doğru bitirmeyi. Bu delice kitap okuduğum zamanlar tam 13 sene öncesinde kaldı: Her zamanki gibi insanlara sokulmak ve kaynaşmak yerine etrafı gözlediğim ve elbette onların bana yaklaşmasını beklediğim üniversite yıllarımın başında... Herkesin bir anda kanka olup aileden uzakta olmanın verdiği coşkuyla gezip tozduğu o vakitler ben yalnızdım. Önce fakülte kütüphanesini keşfetmiş ve o minik kütüphanedeki bilimsel içerikli yayınlar dışında ne varsa okuyarak yalnızlığımı hafifletmeye çalışmıştım. İçten içe kendi halime üzüldüğüm o günlerdeki hallerimi şimdi özlüyorum.


Bir amaç olmaksızın okumak; yani çocuk nasıl eğitilir, uyutulur, yedirilir, beyinleri nasıl çalışır, mutlu çocuk nasıl olur dışında bir şeyler okumak istiyorum. Hani, tek gözüm kapalı ya da bunu okuyacağıma 33 dakika fazla uyuyabilirdim diye hesaplamadan... Ne bileyim bu yazarın da serisi tamamlansın okumadığım 2 kitabı kaldı diye gereksiz bir zorlamayla da olsa zevk alarak! 

Ayy... Çok özledim...

25 Mart 2017 Cumartesi

Baharda , parklarda ortaya çıkan "ana" tipleri

Park çetesi ile ilk tanışmamız yavrunun ilk yaşına yaklaştığı şu günlere kısmetmiş. Kışın hava çok rüzgarlı ya da karlı değilse 20 dakikalığına da olsa dışarı çıkmaya çalıştık (ama niye? Instamomlara özendik diye mi? Miiiikemmmel bir anne olmaya çalıştım diye mi? Elbette hayır, evde huysuzluğun dibine vuran yavru hava alsın sakinleşsin bu zavallı annenin de bedenine fazladan oksijen girsin diye...) ve tabii ki Ankara'nın korkunç havasında parkta bizden başka kimseler yoktu. İstedigimiz gibi takıldık (yani ben saçma sapan konuştum, güldüm, şarkı söyledim hatta dans ettim ki yavru eğlensin. Eğlensin ki pusette otursun ve (çılgınlar gibi bağırmak suretiyle) onu kucağıma almak zorunda kalmayım. Kucağıma almak zorunda kalmayım ki evden çıkmamızın bir anlamı olsun... Şimdi bir de bu bebe pusette neden oturmuyor sorusu var ki ben cevabını aylardır bulamadım...).

ab.bel bizi çizmiş sanki, temsili değil hakiki diyesim geliyor:))

Ama mart itibariyle diğer analar da üçlü beşli gruplar halinde parklara çıkmış. Bu manzarayı görünce hemen tek bir annenin oldugu tarafa yöneldim.





Tabii benim yavru kaydıraktan kaydığı gibi tepinmeye ve beni yere bırak anlamına gelecek şekilde kendini yere atmaya başladı. Bıraktım ve yıldırım hızıyla emekleyerek soluğu kendisiyle akran görünen öteki yavrunun yanında aldı. Şimdi bir de milletin bebesini yolar korkusuyla hemen o tarafa koştum. Benim tazmanya canavarının aksine, alabildiğine sakin bir şekilde oturan yavrunun annesi sormaya başladı. "Kaç aylık?", "11", "Hımmm yine de 1 ay var, benimki 10 aylık hiç emeklemiyor daha". Sonra sorular gelmeye başladı; yiyor mu, ne yiyor, ne kadar yiyor, anne sütü alıyor mu? Baktım ki abla yavrularin persentil eğrilerini çizip karşılaştıracak bir sonraki aşamada, hemen oradan uzaklaştım.

Ama cidden şok oldum; sürekli şikayet edilen bu durum gerçekmiş, parklar bu kadınlarla doluymuş hakikaten. Üstelik hem kadının kıyaslama yapıp çocuğu için endişelenmesine üzüldüm hem de bi kadar çok soruyu peş peşe soracak cesareti bulmasına şaşırdım. Kadın kadın, yavruna bir bak diyesim geldi. Çocuğu kaydıraktan hooop diye bırakıyorsun çocukta reaksiyon yok. Benimki kayarken çığlık atıyor, indiği an geti tırmanmaya çalışıyor ve hemen tekrar kaydırmazsam sinirleniyor. Senin yavru sakin ruhlu bir çocuk demek ki, öyle hareketle falan işi yok. Mizacı bu işte hepsi bu kadar. Benimki 6.5 aylıkken sürünmeye 8.5 aylıkken eşyalara tutunup kalkmaya başladı ( tabii ki bunları söylemedim) da ne oldu? Gün aşırı bir yerleri morarıyor ya da kanıyor ve yaptıkları ona yetmediği için sinirleniyor! Yani aslında tüm yavrular mayalarında ne varsa onu yapıyor...

Bunu da dünyanın en mühim mevzuu gibi uzun uzun yazdım ama asıl derdim kendime bir hatırlatma olsun. Çünkü kaygısı yüzünden yavrusuna bakmayı ( onu anlayarak gözlemlemeyi ya da) unutan o anne gibi olmaktan korktum. Bu minik insan suretlerinin hepsi biricik, hepsi kendine özgü. Biraz sakin olmak, sakin bakmak gerek galiba... Ancak o zaman onları ve gelişimlerini olduğu gibi kabul etmek mümkün olacak.

Bak kızım, kendine söz ver. Bu park çetelerinin güzide elemanları ile hiç bir uzun diyaloğa girmeyeceksin. Pusetinde oturan ve hatta gezerken uyuyakalan yavruların analarını kıskanabilirsin! :))) Ama çaktırmayacaksın...

16 Mart 2017 Perşembe

Çocuğum çok şanslı çünkü ben...

Çocuğum çok şanslı çünkü bir şekilde ben ona aidim o da bana ait... Artık böyle. Evet, farklı ve bağımsız iki birey olabiliriz ama değişmeyecek bir gerçek var; o benim oğlum ben de onun annesiyim. Sadece 11 aydır "anne" olmakla birlikte sanki her bir hücremde daha önceden, çooook önceden kodlanmış bir şey varmış, sanki bilmediğim zamanlarda bile bu yavru benimmiş, sanki ne bileyim böyle bir sevgi hissetmek için beklemiş durmuş ruhum ve işte 11 aydır kendine gelmiş gibi. Bunu bir kenara koyalım, bunu her anne içinde yaşıyor eminim ki benzer şekillerde...

Onun dışında kendimi ölesiye eleştirmediğim ve bu başlığı açarak anneliğimin sevdiğim taraflarını yazmamı sağlayan sevgili Kahve'nin deyişiyle "biraz daha şey olsaydım/yapsaydım/etseydim" diye yemediğim zamanlarda ufak ufak takdir eder oldum aslında kendimi son bir kaç aydır. Daha yolun çok başındayım çünkü; hem yavrumun hem kendimin karakterinin inceliklerini zamanla daha iyi anlıyorum, onunla birlikte kendimi de daha iyi tanıyorum.

Mesela geçen çok sevdim kendimi! Çünkü harika şarkı uyduruyorum ve yavru çılgınlar gibi eğleniyor. Bir melodiyi sevdiğini fark edene kadar bir şeyler söyleyip duruyorum ve neyi beğenirse başlıyorum çeşitlemelere! Kendimize özgü uyduruk şarkılarımız ve çılgın danslarımız var. Üstelik her yerde de söylüyor ve dansımı icra ediyorum; gri Ankara'nın gri AVM'lerinde kalabalığın içinde bile! Bunu bana geçen yıl söyleseler gözlerimi açar "sen ne diyosun?" der gibi bakardım oysa.

Sürekli ama sürekli pür dikkat arkasında gezmekten, tazmanya canavarı misali yerinde durmayan yavru kafayı gözü yarmasın diye dikkat etmekten, aynı oyunu 5687521. kez oynamaktan, boğazım kuruyana kadar mantıklı kısa ve anlaşılır cümlelerle ona bir şeyler anlatmaya çalışmaktan ve tüm bunları yaparken dünyanın en mutlu delisi gibi bir neşeyle davranmaktan vazgeçmiyorum. 12 saatten sonra tabii belki biraz performans düşüyor ama ben de bir insan evladıyım diye kendimi affediyorum.

Onu sürekli öpüp kokluyorum, neşeliyken ya da sinir krizi geçirir vaziyette kendini yerlere atarken, fark etmez. Koca kafasını yere vurmaması gerektiğini vurursa canının acıyacağını ona en tatlı sesimle söylüyor ve ona sen ne yaparsan yap ben burdayım yanındayım diyorum her halimle, hareketimle.

Çılgın merakını destekliyorum, evde ya da dışarıda, güvenliği içi tehlike oluşturmadıkça her şeyi denemesine, dokunmasına hatta geçen hafta bahçede toprağı ağzına atıverdiği günkü gibi tadına bakmasına izin veriyorum. Bir şeyi ilk kez yaparken yüzüne gelen gülümsemeyi, gözlerini sabitleyişini ve ağzını açışını izlemeye doyamıyorum.

Hiç ama hiç yalnız bırakmadığım halde daha 8 aylıktan başlayarak 2 kez dudağını patlatan, 1 kez kafasını şişiren, 1 kez suratını morartan ve 2 kez de ağzını kanatan becerikli yavruma çok sakince ilk müdahaleyi yapıyor ve onu sakinleştiriyorum. Sonra gece uyku tutmuyor beni ama olsun, o an iyi idare ediyorum.

Okuduğum kitapları bir kullanma kılavuzu gibi algılamayı bıraktım. Okuyorum okuyorum sonra yavruya bakıp bir kısa değerlendirme yapıyorum ve artık onu daha iyi tanıdığımı bilerek içime sinen şekilde davranıyorum. Okuduklarım içime sinmedi mi? "O kendi çocuğuna öyle baksın, ben yavruya böyle yapmayacağım" diyebiliyorum!

Kendimi takdir etmeye başladım dedim ya, işte bu yüzden de şanslı yavru; artık kendine daha güvenli daha rahat bir anneye doğru evriliyorum. Benim mutluluğum hemen ona yansıyor elbette; kocaman açtığı ağzıyla beni öptüğünü düşünerek yanağımdan boynuma kadar salyalar akıtıyor, burnunu sürtüp minik kollarıyla bana sarılıyor.! Allahımmmm dünyanın en şanslı insanıyım diyorum! Bence o da diyor, yoksa niye beni salyalara boğuyor :)




9 Mart 2017 Perşembe

Tükürdüğünü yalamak -1- Lohusalık

Uykusuzluktan mı yoksa tüm gün 11 aylık yavruyu eğlendirecek, onu eğlendirirken beni de bir kaç dakika dinlendirecek oyun tasarlayıp beynimin kalan kısmını yakmaktan mı bilmiyorum, aklıma sürekli anılar üşüşmeye başladı. Fakat tuhaftır; hep de kem küm öhümmm aslında ben öyle şey etmek istememiştim diyeceğim cinsten anılar. Baktım bu kadar sık aklıma gelir oldular hem de çoklar ( ne yazık ki!), en iyisi bunları bir seri halinde yazayım da unutmayayım dedim. Neden? Çünkü bir kez yalamak yeterli tükürdüğünü!

İlk olarak: lohusa kafası, üzüntüsü, bunalması, saçmalamalara doyamaması ve -kıyısından döndüğüm- depresyonu diye bir şey varmış. Yoo kimseyi kınamadım, öyle bir şey yok falan da demedim, ama kendime ne halt etmeye o kadar güvendim de ben asla o kadar cozutmam dedim bilmiyorum. Peki ne yaptım? Tabii ki tam da "o kadar" lohusalık yaşadım.

Zaten hastanede kaldığımız 3 gün sürekli ağladım. Eve geldik, süt yok diye ağladım; o sırada süt sağıyorum ve süt gelmiş! Ama tabii ki ağlamaya devam ettim ve ağlarsam süt gider diye ağladım. Sanırım iki hafta kadar sürekli ağladım. Bebeğe baktım ağladım, mutluyum diye ağladım, kocama sarıldım sarıldım ağladım, bebeği tutarken boynunu destekemiyorlar diye ağladım. Sonra herkese hırladım. Tarif edecek başka kelime bulamıyorum. Ay o nasıl bir ani öfke hali, hem de niye? Şaş kaza bir şeyin yerini sordular mesela, "Ben ne bileyim yaaa bilmek zorunda mıyım benim tüm derdim şimdi o mu bla bla bla bla...." diye bağırmanın ne sebebi olabilir ki?
Zamanla öfke azaldı ama duygusallık son sürat.

Yavru ikinci haftadan sonra gazlanmaya bir başladı, taaaa 3.aya kadar. Yavru ağlar ben ağlarım. Sağ olsun annem yanımda, her şeyi çekip çeviriyor, normalde benden becerikli olan kocam da bir çeşit salağa dönmüş durumda çünkü... Ama yok! Ne kadar rahat ettirildiğimi falan görmüyorum; daha doğrusu idrak edemiyorum ki yanımda bunca destek olmasa bu nazları yapacak halimin olmayacağı aklıma gelmiyor. Yavru gazdan kıvranıyor basıyor çığlığı ben öyle kalakalıyorum, annem kucağına alıp hoppa zıppa derken biraz sakinleştiriyor ve ben ağlıyorum " Çocuğa bakamıyorum ben, sadece süt veren biberon gibi bir şeyim!". Sonra o biberon günlerimi de aradım çünkü benim sabırsız canavar süt yavaş geliyor diye sinirlenmeye ve uyanıkken zinhar emmemeye başladı! Allaaaaahhhh krize gel, yetersizlik ve çaresizlik duygularında boğulup boğulup tekrar hortlamaya gel!

Bir de hamileyken kendime acayip güveniyorum ya, doğumdan bir kaç hafta sonra ben bebekle yalnız kalmak isterim de demiştim tabii, ama gerçek dünya öyle bir yer değilmiş. O haftalarda öyle bunalmış ve beceriksiz hissediyorum ki anneme yapıştım resmen! İyi ki o dünden hazırdı tüm sevgisiyle, yoksa depresyonun dibini bi görüp gelirdim- ya da gelemezdim!

Daha envai çeşit saçmalıklar yaptım, her şeye alındım, endişelerimin saçma olduğunu bilsem de sudan şeyler için üzüldüm, tutup iki tokat çakmadığım kaldı kendime, o derece hırpaladım kendimi... Derken zaman geçti. Bu haller tam ne zaman bitti hatırlamıyorum. Zamanla azaldı belki, ama haftalar değil, aylar sürdü! Herhalde yavru 6 aylık olmuştu bu sefer de her akşam onu uyuttuktan sonra; bakabiliyorum yavruya, o benim, bazen bozuşuyoruz ama birbirimizi çok seviyoruz bence, evet evet cok güzel aslında herşey diye diye ağladım ve lohusalık serüvenini de ağlayarak bitirdim!

Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...